KUR'AN-I KERÎM TİLAVETİ ADABI

Kelâm'ın Aslını Anlamak


Kelâm’ın azametini ve yüceliğini Allahü teâlâ'nın celâl arşından mahlukâtının anlayış derecesine
inmek suretiyle yapmış olduğu lütuf ve fazileti bilmek gerekir. Kur'ân okuyan; Allahü teâlâ'nın zâtî ile kaim bulunan ve kadîm bir sıfatı olan kelâmının mânâlarını lûtfuyla insanların anlayışına ne şekilde müsait kıldığına dikkatle bakmalıdır ve yine dikkat etmelidir ki, Allahü teâlâ'nın o kadîm sıfatı, harflerin kıvrımlarında ve seslerin arasında nasıl tecelli etmiştir ? Oysa harflerle sesler, beşer sıfatlarıdır. Çünkü beşer kendi sıfatlarının vasıtasıyla olmazsa, Allahü teâlâ’nın sıfatlarını arılamaktan aciz kalırdı. Aynı zamanda eğer Allahü teâlâ kelâmının yüceliğinin hakîkatini harflerle örtmeseydi, onu dinlemek ne arşın ne de fersin kârı olurdu.

Tâzim



Kur'ân'ı okuyan kişi, bu işe ilk başladığı zaman kalbinde konuşanın (Allah'ın) azametini hazır

bulundurmalıdır.

Bilmeli ki, okuduğu beşer kelâmı değildir ve yine bilmelidir ki, Allahü teâlâ'nın kelâmını

okumakta gayet tehlikeli bir durum mevcuttur. Çünkü Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Kur'ân'a ancak temiz olan kimseler dokunabilir. (Vâkıa/79)

Nasıl ki, mushafın cildine ve yapraklarına ancak abdestli ve pâk olan bir kimse el sürebiliyorsa,

öylece mânânın bâtını da (Allah'ın hükmüyle) ancak kötülüklerden pâk olan kalbin bâtınına açıktır,

Allah'ın azameti ve büyüklüğü ile nurlanan kalbe açıktır ancak.

Nasıl ki, mushafın cildine her elin değmesi uygun değilse, öylece harflerinin okunmasına da her

lisan ve mânâlarının idrâkine de her kalp uygun ve elverişli değildir.


Kalp Huzuruyla Okumak




'Ey Yahya! Kitab'ı kuvvetle tut' (Meryem/12) ayeti 'ciddiyet ve kuvvetle Kitab'a sarıl' şeklinde

yorumlanmıştır. 'Ciddiyetle kitaba sarılmanın mânâsı; kitâbî okurken himmeti herşeyden kitaba

çevirmek ve kişinin kendisini sadece ona hasretmesi demektir'.

Âlimlerden birine 'Kur'ân'ı okuduğun zaman, nefsine herhangi birşey gelince vesvese ediyor

musun?' denildiğinde şöyle cevap vermiştir: 'Benim nezdimde Kur'ân'dan daha sevimli bir şey var mıdır

ki kalbime gelsin'. 

Seleften bazısı, bir ayeti okuduğu zaman, eğer kalbi o ayette mutmain olup onun mânâsını

anlamamışsa ikinci bir defa onu tekrar ederdi. İşte bu sıfat bir önceki ayetin taziminden doğan sıfattır.

Zira kişi, okuduğu kelâmı tazim ederse okudukça onunla müjdelenir, aralarında yakınlaşma olur ve

okuduğundan gâfil olmaktan uzaklaşır. Bu bakımdan Kur'ân'da kalbin ünsiyet edeceği mânâlar

mevcuttur, yeter ki okuyucu bu işin ehli olsun. O halde Kur'ân'ı okuyan bağ ve bahçelerde gezintiye

çıkmış gibidir. Bu durumda nasıl olur da onun gayrisini düşünüp de onunla meşgul olabilir. Böyle zevk ve

sefa yerlerinde dolaşan bir kimse elbette onlardan başkasını düşünmez.


Tedebbür (Düşünmek)




Düşünme, kalp huzurunun ötesinde bir mânâdır. Zira insanoğlu bazan Kur'ân'dan başka şey

düşünmez. Fakat buna rağmen sadece Kur'ân'ı dinlemekle yetinir, mânâlarını düşünce süzgecinden

geçirmez. Oysa okumaktan gaye düşünmektir. İşte düşünmeyi teinin etmek için, Kur'ân'ı tertîl ile

okumak sünnet olmuştur. Çünkü Kur'ân'ın zahirini tertîl ile okumak bâtınında tedebbür (düşünme)

imkânını bahşeder.


Tefehhüm (Anlamaya Çalışmak)




Tefehhüm, okuduğu her ayetten, gücü nisbetinde anlamaya çalışmak demektir. Zira Kur'ân,

Allah'ın sıfatlarını, fiillerini, peygamberlerin hallerini, peygamberleri yalanlayanların hâllerini ve onların

nasıl helâk olduklarını, Allah'ın emirlerini, yasaklarını, cennet ve cehennem zikrini ihtiva etmektedir.


Tecerrüd (Anlamayı Engelleyen Her şeyden Uzaklaşmak)




Kur'ân anlayışına mâni olan şeylerden kaçınmak gerekir; zira insanların çoğu, şeytanın kalplerine

gerdiği perde ve sebeplerden ötürü Kur'ân'ın mânâlarını anlamaktan menedilmişlerdir. Böylece Kur'ân

sırlarının hikmetleri kendileri için perdelenmiş ve basiretleri onu göremez olmuştur.

Kur'ân’ın mânâları melekût aleminin cümlesindendir. Zahirî duyulardan gizlenip ancak basiret

nuruyla müşahede edilen herşey de melekût alemindendir.


Tahsis (Kendine Hitap Edildiğini Bilmek)





Bu bakımdan kişi, Kur'ân’ın bir emrini veya bir yasağını dinlediği zaman, o yasağın ve emrin

kendisine tevcih edildiğini takdir etmelidir. Bir va'd veya vaîdi işittiği zaman, yine böyle takdir etmelidir

ki, burada müsamere ve hikaye kastolunmaz.

Bunlardan gaye geçmişlerin durumundan ibret almak ve okuyanın bu hâdiselerden kendi ihtiyacını

idrâk etmesi kastolunmaktadır. Çünkü Kur'ân’ın hiçbir kıssası yoktur ki, o, Rasülullah ve ümmeti

hakkında bir fayda temin etmek için sevkedilmemiş olsun. İşte bu sırra binaen Allah 'Peygamberlerin

haberlerinden senin kalbini sağlamlaştıracak her haberi sana anlatıyoruz' (Hûd/120) buyurmuştur. Bu

bakımdan kul, Allahü teâlâ'nın Kur'ân'da bahsettiği peygamberlerin hâlleriyle ezâ ve cefâya karşı olan

sabırlarıyla, Allah'ın yardımını beklemek için dindeki sebatkârlıklarıyla kendisinin de kalbini sabit kılmak

istediğini anlamalıdır. Kul nasıl bunu böyle takdir etmeyecektir?

Oysa Kur'ân sadece Hazret-i Muhammed'e mahsus olarak inmiş değildir. Belki bütün âlemlere nur,

rahmet ve şifadır. Zaten Allahü teâlâ'nın, Kur'ân nimetinin karşılığında şükretmeyi bütün beşeriyete

emretmesi de bu mânâdan doğar...

Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği Kur'ân'ı ve ondaki hikmeti düşünün.

Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah herşeyi kemâliyle bilicidir. (Bakara/231)


Teessür (Müteessir Olmak)




Teessür, kalbin çeşitli eserlerden, ayetlerin değişikliğinden ötürü çeşitli renkler alması demektir.

Bu bakımdan kalp, her hâlin anlatılışına göre hâllenir. O halden ötürü üzüntü, korku, ümit ve daha nice

sıfatlarla sıfatlanır. Kişinin marifeti tamam oldukça, korkusu o nisbette kalpte çoğalır.


Terakki




Terakkiden maksat, Kur'ân okuyan bir kimsenin hâlden hâle girip Kur'ân'ı, nefsinden değil

Allah'tan dinleyinceye kadar yükselmesidir. Bu bakımdan okumanın dereceleri üçtür:

A)En az derecesi, sanki Kur'ân'ı Allah'a okur gibi okumaktır.

Sanki Allah'ın huzurunda durmuş, Allah kendisine bakıyor ve okuduğu Kur'ân'ı kendisinden

dinliyor gibi düşünüp hissetmelidir. Kişi kendisini böyle düşündüğü zaman, onun hâli, Allah'tan istemek,

yalvarmak ve yakarmak olur.

B)ikinci derecesi kalbiyle Allah'ı müşahede etmektir. Sanki Allah'ı görür ve onun lûtuflarına

mazhar olarak ona hitâb eder, nimet ve ihsanlarına garkolarak onunla münâcatta bulunur. Böyle bir

kimsenin durumu Allah'tan utanmak, onu tâzim etmek, ona kulak vermek ve kelâmını anlamaktır.

C) Kelâm’ın içinde, konuşanı, kelimelerde de onun sıfatlarını görmektir. Bu bakımdan bu derecede

olan bir okuyucu, ne nefsine, ne okuyuşuna ve ne de kendisiyle ilgili bulunan nimetlere kendisine

verilmesi hasebiyle bakmaz. Bütün himmetini konuşana teksif eder. Fikri ve düşüncesi konuşan olur.

Sanki konuşanı müşahede etmeye garkolmuş, artık başkasını görmez. Bu derece, mukarriblerin

derecesidir. Bundan önceki derece ise, Eshâbu'l Yemînin derecesidir. Bunların dışında kalan derece ise,

gâfillerin dereceleridir.

Bu en yüce dereceden Cafer b. Muhammed es-Sâdık haber vererek şöyle buyurmuştur:

'Allah'a yemin ederim, Allahü teâlâ kelâmında halkına tecellî etmiştir. Ancak halk onu görmez'.


Teberrî




Teberri den maksat, Kur'ân'ı okuyan kişinin varlık ve kuvvetinden teberri (uzaklaşarak) ederek

nefsine katiyyen rıza ve temizlenmiş gözüyle bakmamasıdır.

Sâlihleri medhedip onlara Allah'ın çeşitli nimetlerini va'deden ayetleri okuduğu zaman nefsini

onlardan saymamalı, belki o vasıflara lâyık olarak ibâdet edenleri ve o sahada doğru olanları görmeli,

onların kervanına katılmak için Allahü teâlâ'dan niyazda bulunmalıdır. Âsiler ve kusurluları yeren ve

zemmeden ayetleri okuduğu zaman nefsini onlarla beraber görmeli ve kendisinin muhâtab olduğunu

takdir ederek korkmalıdır.

İşte bu sırra binâen İbn Ömer (radıyallahü anh) 'Ey Allahım! Ben zulmümden ve küfrümden

(nankörlüğümden) ötürü senden af dilerim' dediğinde kendisine sorulur: 'Zulüm malûm ve fakat küfür

ne demek?' Bunun üzerine İbn Ömer şu ayeti okur:

Gerçekten insan çok zâlimdir, çok keffardır (nankördür). (İbrahim/34)

Yûsuf b. Esbat'a 'Kur'ân'ı okuduğun zaman nasıl dua ediyorsun?' diye sorulduğunda, 'Nasıl dua

edeyim? Kusurumdan ötürü yetmiş defa Allahü teâlâ'dan af diliyorum...' diye cevap verir.

Bu bakımdan kişi Kur'ân hakkında nefsini böyle kusurlu görürse, onun bu görüşü Allah'ın

rahmetine yaklaşmasına sebep olur. Çünkü yakınlıkta uzaklık gören bir kimse, kendisinde beliren

korkudan ötürü yakınlıkla taltif ediliyor ve bu korku o yakınlığın ardından gelen diğer bir yakın dereceye

onu çekip götürür.

Kim uzaklıkta yakınlığı görüyorsa, aldanır. Aldanışı da onu uzaklığından daha uzak bir dereceye

çekip götürür. Kişi nefsini Allah nezdinde razı olunmuş gözüyle görürse, bu şekilde gördüğü nefsi

kendisine perde olur. Nefsine iltifat etmek hududunu geçtiği ve okuduğunda Allah'tan başkasını

müşâhede etmediği zamanda melekût aleminin sırrı kendisine keşfolunur.


{İhya-u Ulumiddin adlı eserden iktibasla}



Yorumlar

Popüler Yayınlar