İman Ve Hayat


Elhamdülillahi rabbil alemin.Vessalatü vesselamü ala rasülina Muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmain.
İman, Bir insanın mümin olduğunu kuru bir lafla ilan etmesi demek değildir. Bir çok münafık da dilleri ile iman ettik demişlerdir ama kalpleri asla iman etmemiştir.
“İnsanlardan bazıları da vardır ki inanmadıkları halde "Allah’a ve âhiret gününe inandık" derler.Akıllarınca Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışıyorlar; halbuki onlar farkında olmadan yalnızca kendilerini aldatmış oluyorlar.”
(Bakara Suresi 8- 9)
İman, müminlerin adet haline getirdikleri bir takım iş ve merasimleri kuru kuruya yapmakta değildir.
“Münafıklar Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar. Halbuki Allah onların oyunlarını kendi başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa/142)
Burada bir konuya açıklık getirmek gerekiyor. İnsan olarak bizler bazen yorgun olabiliyoruz bazen hasta olabiliyoruz böyle bir sebepten namaza biraz üşenerek “namazı aradan çıkarayım” diyerek namaza durabiliyoruz. böyle bir durumda bizlerde münafıklardan olur muyuz? Burada bilmemiz gereken şudur ki münafıkların münafık olma sebebi kalplerinde hiçbir şekilde İman olmamasıydı. Onların imanı olmadığı için amelleri sadece gösterişten ibaretti. Bu sebeple namaz ve benzeri tüm ibadetlere isteksiz yöneliyorlardı. Bizler kalbimizde iman olduğu sürece namaza üşenerek kalktığımız için münafık olmayız fakat bilmeliyiz ve demeliyiz ki: “namaza üşenerek kalkmam beni münafık yapmasa da münafıklara benzememe sebep olacağı için ben mümin kimliğime bu sıfatı yakıştıramam.” 
İman, inanılacak şeyleri kuru kuruya tanımada değildir. 
“Mûcizeleri açık ve kesin olarak görüp idrak ettikleri halde zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!” (Neml-14)
Gerçek iman ruhun derinliklerine inen ve idraki, İradeyi ve vicdanı her taraftan kuşatan ruhi bir şeydir ve bu akli idrak şek ve şüphenin sarsamayacağı dereceye ulaşmaktadır.
Mesela bize gelen siyer kaynaklarından bizler okuyoruz ki Ebucehil esasında peygamber efendimizin Sözünün güvenilir olduğunu biliyordu ve hatta gelen bir rivayette “ Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) söylediği doğrudur dediği bize ulaşmıştır fakat gurur ve kibir yüzünden İslam dinini kabul etmemiştir. Dolayısıyla bir insanın “Kuranı kerim bence de bir mucize demes, aman canım bende Müslümanım demesi tek başına yetmiyor. Kuranı Kerim'in ayetlerinin doğru olduğuna inanıp gurur kibir sebebiyle mantığına uymuyor,saçma geliyor diye “hayır bu günümüzde uygulanamaz” gibi batıl bahanelerle ayetleri yalanladığı için Allah’a iman ediyorum demesinin hiç bir önemi yok zaten Mekkeli müşriklerde Allah var diyorlardı ateist değillerdi. 
“Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Rasülü'ne iman ettikten sonra, hiçbir şüpheye sapmayıp, imanlarında sarsıntı geçirmeyen ve böylece Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerdir. İşte iman iddiasında doğru olanlar onlardır.”(Hucurat suresi 15)
Ve kesin bilginin yanı sıra, Allah rıza ve teslimiyet ile boyun büken bir insanın kalp şuuru ve iradesi de bulunmalıdır.
“Hayır, rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu kabullenmedikçe ve boyun eğip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. 
(Nisâ Suresi - 65 . Ayet)
“Bir mümin erkek veya bir mümin kadının, Allah ve resulü bir emir ve hüküm verdiklerinde artık işlerinde bundan başkasını seçme hakları olamaz. Allah’ın ve resulünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.”
(Ahzâb Suresi - 36 . Ayet)
Kardeşlerim Allah ve Resulü bize bir hususta emir verdiginde bizim artık karşı koyma gibi bir lüksümüz yoktur. feminist dernekleri kızar,eşcinseller ayağa kalkar,ayetler günümüze göre güncellenmeli, bazı tarihi ayetler çıkarılmalı,Kur’an‘da erkeğin kadından üstün yaratıldığını söyleyen ayet günümüz eşitlik ilkesine aykırı gibi kör batıl sebeplerle bizim Allah ve Resulü‘ne karşı gelme gibi bir tercihimiz yoktur. İman hükümlere gönülden teslim olmak ve hayata geçirmektir. Koca koca ilahiyat profesörlerinden ortaya çıkıp :”kuranı kerim güncellenmeli, Kur’an-ı Kerim de aslında başörtüsü yok” gibi batıl düşünceler ortaya atıyorlar.. Allah’tan bizi istikamet üzere son nefesimize kadar sabit tutmasını diliyoruz. Görüyoruz ki ilim de tahkiki iman olmadıkça bir işe yaramıyor. Esasında düşünecek olursak ebu cehil de o günkü yaşadığı topluma göre gayet kültür ve bilgi seviyesi yüksek bir adamdı. Ama efendimiz aleyhissalatu vesselam ona ebu cehil yani cahilliğin babası dedi.
Kuranı Kerim müminleri şöyle vasıflıyor:
“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.
Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.İşte onlar gerçek müminlerdir.”
(Enfal suresi,2-4 arası ayetler) 
Namaz burada konuşulsa ayrı bir sohbet başlığı çıkar bu sebeple giremiyorum. Ama yüzeysel değinecek olursak diyebiliriz ki müminin mihenk taşı namazdır. Dosdoğru namaz seni kötülüklerden alıkoyar. Günah işlemeye niyetlendiğin zaman eğer şöyle düşünürsen: “bu kötülük namazımın dosdoğru olmasını etkiler dolayısıyla gerçek müminlerden olmama tehlikesiyle karşı karşıya kalırım.Bu günaha Tevbe edemeden ölsem belkide gerçek müminlerden ayrılmış olarak ölürüm” İşte böyle diyerek günahtan uzak durmaya çalışmalısın. Günahtan uzak durmada İmanımızla imanımızın kuvvetiyle doğru orantılı bir iştir. Allah’a isim ve sıfatlarıyla tahkiki olarak iman eden birisi “Allah'ı görüyormuşcasına” amel eder. Peygamber efendimizin (sallallahualeyhivesellem) buyurduğu gibi biz Allah’ı göremiyorsak da Allah bizi görüyor. Burada şu hususa dikkat edin hiçbirimiz masum değiliz. Mümin günah işlemez diye bir kaide yok hiçbirimizin böyle bir garantisi de yok. Ancak Allah’ın peygamber kulları masumdur. Bizim hedefimiz hiç günah işlememek değil günah stoklamamak,günah biriktirmemek olmalıdır. Mümin bir günah işlediyse daha cehenneme gitmeden bu dünyada gözyaşlarıyla pişmanlıklarıyla kavrulup yakar kendisini. Böylece Tövbesi kabul edilirse yaptığı kötülük sevaba dönüşür böyle müjdeliyor Allah azze ve celle.İşte biz günah işlesek bile hemen tövbe edip şeytanı ağlatma gayesi içinde olmalıyız.

Âlimlerden biri bu ayetin (Enfal suresi,2-4 arası ayetler) tefsirinde şöyle diyor: “iman, Allah’ı ve Rasulünü kalp ile tasdik etmektir. öyle bir tasdik ki şek ve şüphe götürmez öyle emin ve istikrarlı bir tasdik ki sarsılmaz, yerinden kopmaz. Fısıltılar onu etkilemez. O tasdike sahip olan kalp ve şuur sarsılmaz. O tasdik bulundu mu kişi Allah yolunda malıyla, canıyla cihat eder. Bir kere kalp bu imanın zevkini tadarak huzur ve sükuna kavuşur ve bunda sebat ederse hayatta Ve dünyada kendi dışında imanın hakikatini gerçekleştirmeye atılır. İçinde hissettiği imanın hakikati ile dıştan onu kuşatan tecrübe edilmiş işleri ve gerçek hayatı birleştirmeye çalışır. Hissettiği iman şekli ile çevresindeki gerçek şeklin birbirinden ayrı oluşuna tahammül edemez çünkü bu ayrılık ona acı verirse her an onu çarpar. Buradan da Allah yolunda malla, canla cihada atılır. Bu, müminin ruhundan gelen özlü bir atılıştır. Böylelikle kalbindeki parlak şekli gerçekleştirmek ister çünkü bunu gerçek hayatta ve insanlar arasında da görmek ister. Mümin etrafındaki cahili hayat arasındaki husumet, imam tasavvuru ile gerçek hayatı arasındaki ikililiğe dayanamamasından doğan tabii bir husumettir.Yine mümin eksik, kusurlu ve çarpık gündelik hayatı uğruna tam, kusursuz ve doğru iman tasavvurunu görmezlikten de gelemez.”
Fıtratı bozulmamış,akıl ve şuuru yerinde olan her fert kıymetini duymak,güç sahibi olmak,mutluluğu elde etmek ister. İşte normal bir insanın, kendi nefsi, sevdiği ailesi ve diğer insanlar için istediği en büyük ve en önemli şeyler bunlardır ama hayvanlar gibi yiyip içmek, sonra da hayvanlar gibi ölmek isteyenlerle kurtlar ve canavarlar gibi yiyip içmek, sonra da diş ve tırnakları ile başkalarına saldıranlar ve bu saldırıdan zevk duyanlara gelince; bunlar insanlar için örnek olamazlar. Buna rağmen bunlardan biri gafletten uyanır ve kendi nefsi hakkında “nereden geldim, nereye gidiyorum?“ diye sorabilir. diğer insanlar gibi saygınlık, kuvvet, huzur ve saadet arayabilir. Çünkü bu yüce, insanca mefhumlar var olmadan insan benliğini bulamaz,hayatın tadını alamaz ,varlığının mâna ve değerini hissedemez.
“Andolsun biz insanoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” (İsrâ Suresi - 70 . Ayet)
İnsanın, kendisini düşük bir mahluk, hayvan, Çamur ve balçık olarak görmesinden daha kötü ne olabilir ?
Bir Allah’a iman etmemek için maymundan geldik demeye,bizi toprak ana yarattı demeye,insan iki ayaklı hayvandır demeye razı olan insanları görüyoruz. Halbuki insan hayvanda olamıyor çünkü hayvanın geçmişi hatırlayan zihni ve acısı gelecekten endişe eden duyguları yok. Dolayısıyla yiyip içip yatıyor dün çocuğu ölse yarın birşey olmamış gibi gezebiliyor. Üstelik hayvan Rabbini de zikrediyor. İşte bu insanlar insan ve  hayvanda olamadıkları gibi hayvandan daha da aşağıya düşüyorlar. Bunu bize Allah Azze ve celle söylüyor. 
Gerçekten insan, hacim ve beden bakımından kâinatın genişliğini nispeten küçük önemsiz bir şeydir fakat ruh ve manevi varlığı itibari ile büyük bir şeydir. Aslında insan ruh ve manevi varlıktan başka bir şey midir?
Allah için olsun bir şair ne güzel söylemiş: 
İlacın sendedir, görmüyorsun. 
Hastalığın sendedir, anlamıyorsun!
Kendini küçük bir cisim sanıyorsun. 
Halbuki içinde büyük bir alem saklıdır!
İslam’da insanın özel hem de çok özel bir yeri vardır. Kur’an yüzlerce ayette buna temas ediyor cebrail aleyhisselam Hazreti Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem kalbine indirdiği ilk beş ayeti insanla Allah ilişkisini belirtmiş olması bize yeter. o ayetlerde “Rab” lafzı seçilmiştir çünkü bu kelimenin anlamında terbiye, bakım,riayet ve Kemal’e doğru yüceltme vardır. (Alak suresi,1-5)
Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben yakınım, bana dua ettiğinde duacının dileğine karşılık veririm. Şu halde benim davetime gelsinler ve bana iman etsinler ki doğru yolu bulsunlar.(Bakara Suresi - 186)
Allah bizi seviyor sevmeseydi bizi cennetine davet etmez,cennetine giden yolları bize göstermezdi. Bunca nimeti hizmetimize vermezdi. Seni kendim için kainatında senin hizmetin için yarattım buyuruyor Rabbimiz. Öyleyse bizi seviyor sevdiğini bildiriyor,bize düşen Rabbimizi sevmektir.
İmam Gazâlî rahimehullah ihyada,insanın Allah’ı sevme sebeplerini açıklarken diyor ki:” zikredilmesi caiz olan şudur ki o da insanın ilahi sıfatlar da Rabbine yakınlığıdır. Hatta bu konuda: “Allah’ın güzel ahlakı ile ahlaklanınız.” denilmiştir. Bunlar da Allah’ın güzel sıfatlarını kazanmakla olur. Mesela ilim, iyilik, ihsan, mutluluk, yaratıklara acımak, onlara öğüt vermek, hakkı göstermek, bâtılı men etmek gibi Şeriatin iyi ve güzel kabul ettiğin şeyler bütün bunlar insanı Allah’a yaklaştırır.”
İnsan olması itibari ile imanın, müminin kalbine diktiği kıymet ve şeref fidanı budur. Fakat insan mümin olması itibariyle de kalbinde daha derin manalar ve daha büyük şeref duyar. İman onu öyle yüksek bir seviyeye çıkarır ki ayakla oraya varılmaz ve kanatla oraya uçulmaz.
“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.”(Âl-i İmrân Suresi - 110 . Ayet)
Kalbine İslâm itikadı girdikten ve Kur’an ayetleri fikrini aydınlattıktan sonra Rib’i b.Amir gibi zavallı,ümmi bir çöl bedevisinin,Bütün ihtişamı içinde, etrafında yüzlerce hizmetçisi, binlerce askeri ile kibir ve gurur içinde yüzen İran genelkurmay başkanı ve Rüstem'in karşısında dimdik durmasına şaşmamalıyız. Rüstem soruyor: “kimsiniz?” Arabi, şerefli bir iman ile şöyle diyor:”biz insanları kula ibadet etmekten Allah’a ibadete, dünyanın darlığından dünyanın bolluğunu ve dinlerin zulmünden İslam’ın adaletine çıkarmak için Allah’ın gönderdiği milletiz.”
Allah'a kul olmakla şeref duyan, Allah’a karşı zillet gösteren, Allah İle zengin, Allah’a muhtaç bir kulluk içinde şairin şöyle bir şiirini okumasını şaşmamalıyız:
“İzzet ve şerefimi artıran,nerede ise Ülker yıldızına ayak bastıran şey şudur: Senin, “Ey kullarım! çağrına dahil olmam ve Hazreti Muhammed’i bana peygamber olarak göndermendir.
Burada nasr suresine kısaca değinmek istiyorum. 
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
1. Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman,
2. Ve insanların, Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğün zaman,
3. Hemen Rabbini överek tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

İbn Abbas bu süre hakkında şöyle anlatıyor:

Ömer (r.a) bu sefer bana hitâben:

“–Ey İbn-i Abbâs! Sen de böyle mi düşünüyorsun?” dedi. Ben:

“–Hayır!” dedim.

“–Peki, ne diyorsun?” diye sordu. Ben de:

“–Bu sûre, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ecelinin geldiğini kendisine haber verdi. «Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince -ki, bu Sen’in ecelinin geldiğinin alâmetidir- Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile! Çünkü o tevbeleri kabul edendir.» buyruluyor.” dedim.

Bunun üzerine Ömer (r.a):

“–Ben de bu sûreden senin söylediğinden başkasını anlamıyorum!” dedi. (Buhârî, Tefsîr, 110/4; Menâkıb 25; Tirmizî, Tefsîr, 110/3362)

Benim burada nasr suresine değinme sebebim Allah azze ve Celle Resulullah aleyhisselatu vesselama: “sen bu zamana kadar dilinle canınla cihad ettin münafıklarla uğraştın, sana gelen iftiralarla uğraştın,saldırılarla uğraştın,artık bu çaba başarıya ulaştı fetih gelecek sen bu başarıdan sonra bana yakınlaşmak için artık tövbe İstiğfar yolunu seçebilirsin. Bu yorgunluğuna ve cihada artık mola verebilirsin”buyuruyor. anlıyoruz ki bizler meydanlarda dilimizle,elimizle, kalemimizle,bedenimizle canımızla cihat edip ancak başarıya ulaştıktan sonra bir kenara çekilip kendi kendimize tesbihimizi elimize alıp sadece zikirle meşgul olabiliriz. Ama cihat edip insanların hidayetine vesile olmadan Allah’ın dini yeniden yeryüzünde hakim olmadan bir kenara çekilip,insanlardan el etek çekme gibi bir lüksümüz asla yoktur. Allah azze ve Celle bizleri meydanlarda görmek istiyor. İmanın sonucu cihad şuuru olarak müminin hayatına yansıyor. Mümin gündüzleri cihat eden,meydanlara atılan, geceleri ise sevgilisi olan Rabbiyle başbaşa kalıp onu zikredendir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kimin arzusu âhiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğini koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya boyun eğerek onun peşinden gelir. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.” (Tirmizî, Kıyâmet, 30/2465)
Dünyada en büyük azapta İbni Kayyım El Cevzinin dediği gibi fikir dağınıklığı ve devamlı fakirlik korkusudur. eğer dünya aşıkları sarhoş olmasaydılar bu azaptan feryat ederlerdi. zaten çokları şikayet etmekte ve bağırıp çağırmaktadırlar. Dünya meşakkatine katlanmak ve dünyaya gönül verenlerle uğraşmak da bir nevi azaptır. Geçmiş zâtlardan biri şöyle demiştir: “dünyayı seven musibetlere hazırlansın.” Dünyayı seven şu üç şeyden kurtulamaz: devamlı sıkıntı, sürekli yorgunluk ve bitmez tükenmez iç sızısı. Çünkü dünyayı seven ne kadar kazanırsa kazansın daha çoğunu ister.”eğer insanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa bir üçüncüsünü de isterdi.” İsa Aleyhisselam’da Şöyle bir mesaj vermiştir: “dünyayı seven içki içene benzer, içtikçe susuzluğu artar.” (İğaset’ul-lahfan.)
Gerçek iman mutluluğunu Yakalayan bir kimse şöyle demiştir: “biz öyle bir mutluluk içinde yaşıyoruz ki krallar bilseler elimizden almak için üzerimize kılıçla hücum ederlerdi.”
Bunu söyleyen adamlar kırk yamayla,kuru ekmekle yaşıyorlardı ama onlar saraylarını yani cennetlerini kalplerinde taşıyorlardı. Hapise de girsem mühim değil ! Benim cennetim kalbimde, düşmanlarım bana birşey yapamaz diyorlardı.
Müminin Bir tek gayesi vardır o da Allah’ın rızasıdır. Allah razı olduktan sonra halk isterse razı olsun, isterse olmasın. Kim herkesi razı edebilir ? çünkü insanların her biri bir havadan çalar ! Müminin parolası şudur : keşke sen tatlı olaydın, varsın hayat acı olaydı! Keşke sen memnun olaydın, varsın insanlar memnun olmaya idiler. Keşke sen ve ben iyi olaydık, varsın dünyalar harap olaydı. Beni can-ı gönülden sevdikten sonra gerisi kolaydır. Toprağın üzerinde yaşayan toprak olacaktır.
Allah kulundan razı olduğunda diğer kullarının da razı olmasını sağlar.
Sadık mümin , bu kulluğun hakkını takdir eder, yüzünü yeri, göğü yaratan Allah’a çevirir, kalbindeki bütün putları kırar, yalancı ilahları hayatından uzaklaştırır, Allah’tan başkasını Rab ve ondan başkasını dost edinmez ve yalnız onun hükmüne razı olur.

“De ki: Rabbim, beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine. O, ortak koşanlardan değildi.De ki: Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi Allah içindir.Onun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim.De ki: Allah herşeyin Rabbi iken, ben O'ndan başka Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O, ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve O, bağışlayan, esirgeyendir.
(En’am Suresi-161-165.ayetler)
Kardeşlerim bu ayeti kerime tüm sohbetimizin özetiydi. İman nedir ve iman etmem neyi gerektirir ? Ve bu imanın sonucu ne olur ? işte bu ayeti kerime hepsini özetliyor. Dileyen tefsirini okusun.

İmam Ahmed b. Hanbel, Haneş es-Sananî yoluyla Abdullah b. Abbas (rhuma)’nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Bir gün Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in terkisinde iken bana "Ey oğul! (veya yavrucuğum) Allah’ın seni faydalandıracağı bazı kelimeleri sana öğreteyim mi?” diye sordu. Ben "Evet!" deyince Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Sen Allah’ı (dinini) koru ki Allah da seni korusun. Allah’ı koru ki O’nu önünde bulasın. Refah zamanında Allah ile tanış ki darlık zamanında sana iyilikte bulunsun. İstediğin zaman Allah’tan iste! Yardım dilediğinde de Allah’tan dile!
Bil ki olacak her şey yazılmış ve kalem kurumuştur. Eğer bütün insanlar Allah’ın senin için yazmadığı bir faydayı sana vermek için toplansalar buna güç yetiremezler. Yine sana Allah’ın senin için yazmadığı bir zararı vermeye çalışsalar buna da güç yetiremezler.
Şunu da iyi bil ki! Senin hoşlanmadığın şeye sabretmende pek çok hayır vardır. Yardım ve başarı sabırla, kurtuluş da sıkıntılarla birliktedir. Hiç şüphesiz zorlukla birlikte kolaylık vardır.” Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 307) 
Kardeşlerim dersimizi bitirirken burada sizlere muhakkak kütüphanenizde bulunmalı dediğim iki kitap önermek istiyorum.
Birisi sohbetimize kaynak olan ‘iman ve hayat’ (Yusuf el karadavi) kitabı diğeri de “Rasulullah’ın ibn Abbas’a vasiyeti” (ibn Receb el Hanbeli)isimli kitap.
Bu iki kitabı okur ve idrak edersek Allah’ın izniylede pratiğe dökersek kulluğumuzda daha güzel bir kıvama gelmemize vesile olacaktır. 
—————————————————————————————————
Bu not hanım kardeşlerimizle yaptığımız haftalık Discord canlı sohbetine ait notlardır. Sizlerinden istifade etmesi için buraya bırakıyorum dua beklerim. 💐


Yorumlar

Popüler Yayınlar